Friday, October 15, 2010

seslerim



Yaklasik 5 ay olmus, iyi ara vermisim. Nedeni cok ama kafa utulemeye de gerek yok. Gerci niye actik blog istedigim gibi utulemek icin, istersem kat izi bile yaparim kafam atarsa! Yok yok olmadi bu kadar aradan sonra fazla gergin bir acilis yaptik hemen silkelenelim. Belki de canim ulkemin sinirlari icerisinde ilk kez yazisimdandir, alisik degilim ona veriyorum ve birazdan sozu de baskasina verecegim zaten. Gecenlerde Aylin Aslim twitterda bahsetmisti Atilla Atalay'dan, hakikaten de okumasi inanilmaz keyifli bir yazardir ve sirf Sidika icin bile her turlu ovguyu hakeder ki bu kadar zeki yapilan bir mizahtan sonra diger yazilarini okuyunca daha da bir sasirir hayran kalirsin. Lafi uzatmadan sanirim 10 hatta 15 sene once almistim yukaridaki kitabi ve Sidika serisinden sonra gelen oykulerden bir tanesi var ki her 2-3 senede bir tekrar okur hatirlarim. Usenmeyip oturup yazmistim zamaninda, simdi de kendi hazirima konup copy-paste yapiyorum sadece..


Gözlerini gözlerime dikmiş... Kaçırıyorum , yine buluyor... ‘’Sen, sen bana dokunuyorsun’’ dedi... ‘’Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun, ama anlatılmaz güzellikte bir şey.’’

Tanrım, bişey olsa... Aygaz kamyonu filan geçse... Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa... Bu romantik ortamın içine etse... Ne oldu bu kıza , neler söylüyor...

‘’İyi ki varsın... İyi ki... Neye benziyo biliyor musun ? Eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı.. O boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben... Hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki... İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.’’

İşi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olucak... Bu havada hayatta dolu yağmaz... Aygaz kamyonu filan geçiceği de yok... Kız resmen yerli film replikleri atıyor... Hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım acır... Yerli film... Evet... Yerli film... Ordan sıçmalı muhabbete... En Ayhan Işık sesimi kullanarak, hınzır bi ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim... Misilleme olarak Yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım...

‘’Bırak bu lafları, kaç para istiyosun onu söyle... Onbin, yirmibin?..’’

Esprime güldü... Güzeel... Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım... Gülmesi bitince, ‘’Bu da senin numaran’’ dedi... ‘’Zırhın delinsin istemiyorsun... Hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun... Aslında , sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki... Böyle bir numaraya gerek yok... Koyver gitsin kendini.’’ Gözlerime anne anne bakıyor... ‘’Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan’’ dedim, Ayhan Işık sesimle...

Dedim, ama mümkün değil... Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı...

Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum... Sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun... Hatta bi ara ayağa kalkıp ‘’Ayy-gaaz’’ diye bile bağırdım...

Sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına asla izin vermedim... Yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım... Erkeklik gururuma, değmesindi yağlıboya...

‘’Korkucak bişey yok’’ dedi... ‘’Ben sana ne yapabilirim ki?’’

‘’Çok şey’’ dedim... ‘’Çok şey’’ derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, Figüran Osman ve Erdal İnönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez ‘’Çok şey’’ demeye çalıştım... Ama üçünde de kendi sesim çıktı...

Sonra... Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu... Ben onu hiç aramadım... Bir gün aklıma fena düştü,aradım... Aslında aramadım... Telefon açtım.

O, ‘’Alo... alo’’ dedi, ben sustum... Aniden, ‘’Susarken bile Ayhan Işık taklidi yapıyorsun’’ dedi... Anlamıştı... Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı...

‘’Ne fena diil mi? ‘’ diye sürdürdü... ‘’İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır... Sevilince de ödü patlar...’’ Sustum... ‘’Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi.... Artık arama olur mu?’’ dedi. ‘’Ve sakın üzülme... O öyle nalet bi zırh ki ; sen bile içerden delemezsin.’’

Yine sessizlik... Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi... ‘’Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun... Boşver... Ne diyorlardı... Gençsin, unutursun.’’

Genç miyim, unutur muyum?.. Telefonu kapadım... Sokağın köşesinden, yırtınarak bir Aygaz kamyonu geçip gitti...


Sidika / Opucuk Baligi Fabriga - Atilla Atalay

2 comments:

hande sonmez said...

tenk yu santi'cim tenk yu:)

Anonymous said...

Tam yorum yaziyordum ki kapinin onunden gecen arkadasin soyledigi karsisinda silmeye ve durumu anlatmanin yazacagimdan daha etkili olacagina karar verdim. Elimde kahvem hikayeyi okuyordum ve disaridan atilan laf: Nasil huzurlu bir kahve icistir o? Sanki sirkette degil de baska bir yerdesin.
Saklanmis maillerin arasinda coktan yerini almisti bu hikaye. O zaman gonderen de simdi paylasan da ayni. :)