Thursday, December 9, 2010

island in the sun



Sayili saatler kala, ne kadar uzun veya kisa olacagi belirsizken henuz yine de eger olacaksa gunesli bir mayis gunu donus, guzel olurdu bu klibi yasamak.. and I mean literally! ;) Hip hip

Bortlenlerin gucu adina!


























Earth angel sabahi muazzam birsey olup Gummi Bears a.k.a Cesur Ayilar’i cikartti karsima o an iletememistim. Bttf basta omak uzere cocuklugun en guzel yanlarindan biri o donemki sci-fi filmleri izlemekti, o zamanlar icin muthis cekici bir dunya dalip gidiyorsun… Onun disinda her haftasonu sabah sirf  bu ‘ayilar’ yuzunden erkenden kalkar televizyonun onunde oturup bagdas kurar pek bir keyifle izlerdim. GummiBerry juice denilen benim bortlen diye hitap edip tee su esek yasima kadar ayni telaffuzla kullandigim sihirli surubu tuketip zip zip ziplarlardi keratalar.
Eksi Sozluk'ten: "kucukken, "ben de cesur ayi surubu icmek istiyorum" diye annemin basinin etini yememe, annemin sonunda dayanamayip gudik bir seyler hazirlayip bana bunlarin surubu diye kakalamaya calismasina ve surubun bende beklenen etkiyi yaratmamasi uzerine annemle aramin acilmasina sebep olmus cizgi film idi."

Friday, November 26, 2010

earth angel


Bttf referanslarim ne burada ne hayatta bitmeyecek, bitmesin de! 
Bttf Trilogy'ye tekrar kavusacagim su gunlerde ozellikle bu sahneye paralel durumlar hayatimda devam ediyor. Marty'nin baloda 'Earth Angel' i soyledigi sahne ve araya giren baska bir cocuk yuzunden babasiyla annesinin dansinin yarim kalmasiyla yavastan yukaridaki fotograftan silinen kardesleri. Tam kendi de silinecekken karakterinin disinda cesur bir hareketle George McFly bu sefer Lorraine'i kollarina alir ve oper, eh birden ayaklanip canlanir bizim cocuk Marty tabi. 
Su anda bende olan ise sanirim George bazen o kadar da hizli hareket edemeyebiliyor ve fotograftan siliniyor bazilari... bazen de bir yumruk tekrar ve photoshop mucizesi, bir yere gitmedim burdayim!
Cani saolasicalar ;)


Earth Angel scene & song

Thursday, November 25, 2010

fado fiesta futbol












Aslinda baslik sadece cikis noktasi, biraz metafor biraz fonetikimsi ;) Super kelime uydururum, evet uydururum!
Hadi once kelime anlamlari diyelim, ki bir donem herkesin karsisina detayli veya yuzeysel olarak cikmis kelime obegi kendisi. Ilk olarak Portekiz diktatoru Salazar’in uyguladigi soylenen fakat esas ununu Franco ve Mussolini gibi en bi diktator karakterlere borclu olan halki uyusturma sanati olarak bilinir. Fado muzigi –hatta kaynaklara gore belli bir muzik janrasini bkz. Portekiz Arabesk- , Fiesta eglenceyi temsil eder ve Futbol su an cikaramadim neyi temsil ettigini :)

Aciklama safhasindan sonra bunun dogrulugunu ispata gelirsek cok kisa ve net olarak evet dogrudur! :)  Bunu bilmek ve gormek icin de filozof veya akademisyen olmaya gerek yoktur.. yakin-uzak tarih, medya, cevreye ufak bir gozlem yeterli olacaktir. Ha bu her ulke icin sekil degistirip revizyona da ugramistir zamanla. Esas paylasmak istedigim icinde ciddi komplo teorileri barindiran yari deli nacizane gozlemlerim Amerika hakkinda, ozellikle temelinde.

Hani Amerika ve Amerikalilar hakkinda genel bir kani vardir, cahiller, kendileri disinda dunya ile iliskileri yoktur, hic bir halt bilmezler seklinde. Genellemeye vurursak evet oyledir de cogu zaman, California sehirleri, New York, Chicago, Miami gibi belli basli sehirleri disinda tutarsak. Bu bizim Turkiye, Istanbul, Izmir, Ankara’dan ibaret degil soylemimize cok yakindir. Asil onemli olan ise bu kotu unun nasil olustugu ve saat gibi isleyen sisteme nasil katkisi oldugudur. Basliktaki ‘Futbol’ u buraya uygularsak muazzam bir sistemle karsi karsiya kaliriz. Dunyanin dahi izledigi, hayran oldugu, -ben ileri giderek kandigi kelimesini kullanayim bir de- bir spor arenasi mevcut. Iste burada komplo teorileri basliyor, ama bunu bu sekilde dusunmek hem urkutucu hem de cok eglenceli ayni zamanda. Bu esasen bir Amerikali ile 11 Eylul ile ilgili konusurken, bunun aslinda hukumetin yapmis olabilecegi teorisini pimini cekerek karsidakinin eline birakmak gibi bir etkisi var. Refleks ile gelen bir savunmanin ardindan bu suphenin beyinde patlamasini gozlerden ve sonrasinda gelen cumlelerden cok rahat gozlemleme sansi var. Yine de samimiyet durumuna gore bu konusmayi dikkatli yapmakta fayda var, cok hassas bir konu oldugu icin onlar adina. Konuya donersek, ana sporlari siraladigimizda ve takvime baktigimizda cok carpici. Oncelikle Amerikan Futbolu, ki bu da NFL (Professional) ve NCAA (College) olarak ikiye ayirirsak baslica, inanilmaz ilgi ceken bu ikisi haftanin da gunlerine ayrilmis durumda. Cumartesi Kolej futbolu var ki yine sabahtan aksama, pazar ve pazartesi ise NFL. College Football icin konusursak, her eyalet veya sehirde en az 1 hatta kimi zaman 2-3-5’e kadar universite ve takim bulunuyor. Bunlar sehrin, eger 1 den fazla ise o bolgelerin inanilmaz desteklerini aliyorlar. Tabi ki bu destegin basinda mevcut ogrenciler, onlarin aileleri, eski mezunlar, arkadaslar derken tum sehri kapsayip stadin buyuklugune gore tiklim tiklim dolduruyor. Cumartesiniz bu sekilde doldu, cunku bu bir festival sabahtan basliyor ve macin bitisi, kutlanmasi ile tum gununuzu kapliyor. Biz de bunun karsiligi yok, ki su sekilde aciklarsam bir universite kocu 1 milyon dolar gibi bir rakam dahi alabiliyor, isin buyuklugunu ve ulke capinda onemini ve uzerine cektigi ilgiyi temsilen bir ornek. Pazar ise NFL var sabahtan aksama yine, burada her sehrin takimi yok. Profesyonel futbol daha farkli Franchise seklinde yuruyor ki bu da su demek, takimlarin isimleri iki kelimelik, bunlarin ilki sehir ikincisi lakaplari, yani aslinda Franchise isimleri. Ornek olarak Istanbul Kaplanlari dersek, Franchise sehir degistirip Kaplanlar Izmir’e tasinirsa artik Izmir Kaplanlari diye anilmaya baslayabilir, ki sanirim daha once olmus bu sekil sehir ve isim degistirmeler. Los Angeles’in mesela NFL takimi yok 1994 ten beri ki cok enteresan bir durum hatta gecen sezon Entourage’da Ari bir NFL takimi getirecekti tam LA’e :) 
Biraz fazla ayrintiya giriyorum belki ama konu dagilmaya cok musait, azicik dagitmaktan da birsey olmaz sanirim. Pazar gununuz de doldu boylece. Bununla da kalmiyor, tatil gunleri ki ozellikle Thanksgiving, Christmas tamamen futbolla geciyor. Tum Bowl maclari ki en sonunda final maci Super Bowl olarak geciyor bu zamana denk geliyor. Thanksgiving sabahtan aksama aslinda ailenin toplanip hindi esliginde futbol izlemesiyle geciyor, kadin-erkek, yasli-genc. Zamanlamalar su acidan cok iyi planlanmis, mesela futbol sezonu bitiyor beyzbol basliyor o bitiyor NBA play-off lar. Hicbiri, onemli kisimlari ozellikle cakismiyor. Cunku herbiri cok buyuk kitlelere hitap ediyor ve pasta paylari cok buyuk, kimsenin isine gelmez herhangi ikisinin cakismasi. Super Bowl yayinlanirken televizyonda gosterilen reklamlarin saniyesi milyon dolarlara satiliyor ve apayri bir parade olarak geciyor. Esas ana dallari bu sekilde dagittiktan sonra digerleri de aralara yerlesiyor. Bunun icinde Golf’u de var Nascar’i da, NHL’i de… Boks, Gures, Tenis derken her an izlenecek, katilacak kisinin zevkine gore degisen ve illa ki bir yerden birini ilgilendirecek bir spor dali cikiyor ortaya. Bunlarin yanina Hollywood’u nerdeyse her hafta bir premier ile, yine neredeyse ayni butcelerle cekilen yuzlerce diziyi de katinca, video oyunlari ve muzik de bunlarin bir parcasi tabi.. (Hele bayramlar ve anlamli gunlerin hepsinin ilk cikis veya icerigiyle artik alakasi kalmamis durumda. Veterans ve Memorial Day diye gecen aslinda ulkeye hizmet etmis, sehit, gazi ve hatta hala yasayanlara adanan gunlerde bile promosyon, indirim girla. Soyle dusunun 18 Martta bizim ucuza laptop almaya calismamiza denk geliyor!) .. dolayisiyla ortalama bir Amerikali’nin herhangi bir sey dusunecek, arastiracak veya sisteme karsi gelecek ne vakti ne hali kaliyor. Bu heryede ayni bizim ulkemizde de durum boyle argumani biraz basit kaliyor cunku bu Turkiye’de futbolun disinda bir yerde gormek zor. Yukarida bahsedilenlerin her biri bizdeki futbol kadar gerek medyada, gerek insanlarin hayatlarinda yer teskil ediyor, ve ayni etkiye sahip. Biz diger dallarda bunu ancak uluslararasi yapilan musabakalarda yakaliyoruz 3-5 gun o kadar. O yuzdendir ki futbol yoneticiligi biz de politika, ticaret, ihale alimlari gibi konularda bu derece ciddi paravan olarak kullaniliyor. 


Back to the blackboard; diyelim ki tum bunlardan da bos vakti kaldi john doe’nun oturup ulke gundemine hakim olmak isteyecek, bakacak neler oluyor diye tv veya gazeteye basvuracak. Hah iste esas kucaga da o zaman oturuyor zaten. Cebren ve hile ile aziz vatanin tum kaleleri zaptedilmis durumda bizzat kendi hukumeti tarafindan pek guzide blue chip denilen sirketler tarafindan ki guzel de adi vardir severim blue chip abileri :)
Ucla de ufak bir proje yapmistim bununla ilgili, ozellikle Noam Chomsky temelinde ki kendisi professor, filozof, dil bilimci ve politik olarak da inanilmaz gozlemlere imza atan bir zattir, hatta gecenlerde Istanbul’a gelmis Bilgi Universitesi’ne bilsem giderdim, gerci burasi hakkina soylediklerine cok katilmasam da. The Corporation diye onemli bir belgesel de vardir onun da icinde bulundugu izleyin derim. Burada da medya ve sirketler arasinda girift yapi gayet guzel anlatilmistir, hatta bir de grafik vardi elimde hangi sirket, tv kanali ve gazete ile baglantili diye bircogunu bilmeme ragmen insan ohannesburg diyor yine de! Cok ayrintiya girmeyeyim zira aslinda herbiri kitaplar yazdiracak sekilde uzun konular, benimki ozet hatta baslik olur ancak, dolayisiyla eline gelen bilgi de cok guzel islenmis kahve gibi oluyor, zaten eldeki malzemeyle jole kivamindaki beyin bu ‘islenmis’ bilgiyi de guzel bir sekilde aliyor ve artik istenilen hedefe kilitlenmekte ve ‘god bless america’ demekte hicbir sakinca gormuyor. Ha bu Turkiye’de de olan birsey tabii ki ancak oradaki ‘pro’ luk biz de biraz kiroluk kivaminda yani bizimkiler daha durust cok farkettirerek gozune soka soka yapiyorlar herseyi!
Netice, muhtesem bir toplum iste oyun hamuru gibi yogur yogur oyna. Olayin esas ilgimi ceken komplo teorisi yani ise, mesela amaca hizmet etmesi ugruna bu kadar buyuk ve profesyonel alanlarin olusturulmasi, sadece donen meblaglardan, maliyetlerden orneklersek sporcularun kazandigi paralar milyon dolarlarla ifade ediliyor. Gectim en baba dallari,  iyi bir snowboardcu da bu parayi cok rahat kazaniyor ve malikanelere, en luks spor arabalarina sahip olabiliyor… bu da biz de bu gibi dallarla ilgilenenlerin birakin bu derece para kazanmasini, sponsor veya organizasyonlara katilacak ucak biletini dahi zor bulmasini gozonune alirsak cok buyuk anlam tasiyor. Yani seni masala inandirmak icin devasa bir sato insa ediyor, sonra perileri havada ucuruyor ve senin ruyani gercege donusturuyor! Burada peri de kazaniyor, satoyu insa eden isciler de, ruyanin pazarlamacisi da, ve tabi ruyan gerceklestigi icin sen de. Gayet guzel gozukuyor sonucta win-win durumu di mi? Yok iste malesef degil, bunlarin karsiliginda teslimiyetin (bilincli-bilincsiz) tek bir kurumun isine geliyor, Sam amca diledigi gibi gutmeye devam ediyor. Hayraniz tabi bu sisteme, harbiden helal olsun cidden! Bunun boyle oldugunu goren insalar yok mu var, ama koyun delisi olarak kaliyorlar. Gercekten de oyle cunku en basitinden tum bu spor ve benzeri aktivitelerin diyeyim ,insanlari mesgul edip alt metinde ulkenin gidisatini belirleyip manipule gucunu elinde tutmak uzere icat edildigini veya kullanildigini dusunmek manyakca aslinda ama bir o kadar da degil!

Evet ne oldu bir araba dolusu yazdim, ulkeyi mi kurtardim? Hatta yuh bana yukari bakinca amma cok yazmisim yahu, han duvarlari vol 2 gibi olmus! Ya da bilinmeyen seyler mi soyledim cok? Yoo, hicbiri degil. Biraz ic dokme, afyon monologu gibi birsey olmus, neyse idare edin. Hayir facebookta profil fotomu Turk bayragi yapmiyorum, Yilmaz Ozdil yazisi forward lamiyorum, acilan gruplari like da etmiyorum hani bunlarla vazifelerini yerine getirdigini sanan buyuk Turk Gencligimiz var ya. Bununla ilgili birseyler karalamistim aslinda 5-6 sene once facebook dahi cikmadan ama bu tarz hareketler revactayen hala, bulamadim. Burada onemli meseleler hakkinda yazmamam su zamana kadar biraz da bundan, soyleyecek cok sey var ve konu cok sabaha kadar yazmam lazim. Ben somut yapacak birseyim oldugunda, bir hareket ve katki ortaya cikarabilecegimiz konusunda kafa patlatmaktan, bunlari surekli tartisip cozum uretebilmek, ihtimaller uzerine dusunmekten tarafim, bulamiyorsan da dusunmeye devam edeceksin sacma hareketler yerine…yoksa profil fotosunu degistirmeyen yunanli olsun! En azindan adamlar her bayramlarinda havai fisek patlatiyor battaniyelere sarilip yesilliklerde, vatanseverliklerini ispat icin! Ne oldu begenemedin mi en azindan mouse tan farkli somut birseyler kullaniyorlar! :)

The End – Tamam bir daha yazmicam, sadece fado fiesta futbol yazicam soz ;) of basim agridi

Monday, November 15, 2010

high fidelity


















It's been almost 10 years since I watched the movie and this summer when I was looking for some ammo for my kindle I've jut found out the book by Nick Hornby and I instantly downloaded it and started to go back and forth between the pages which I remembered some of the quotes from the movie and there were a bunch more. So I've got the movie too and I was planning to watch it again after I finish the book. Okay, so it's not worked out as I've planned! I'm not nearly as close as I thought to end of the book.. maybe the first half! It's just because of the book reading style that I have according to my mood, seven books at a time :)
Anyway, so apparently today is the day I've lost my patience somewhere between realizing I've only 3 weeks left and planning everything is not so much fun. So I got my coffee and lie down on the couch for beautifully spent two hours. Yes I know it was sunny today outside and the weather was great and not to mention for November but who cares! I was out for the past three days and will be probably whole this week so I'm not even sorry (quote from Joey) :)
About the movie... I've realized again after watching it at first in the beginning of twenties and now thirties, there are a lot of things in common about how you feel but also a different approach to whole experience and in the end it catches you again no matter how old you are. So, I'm not going to give any spoilers but I wish we had this movie or I had it remake in Istanbul just for the songs that I could use and see the possible effect of it to the story. 
One last note.. even though I didn't finish the book yet I've noticed a lot of important quotes from the book used in the movie consecutively, so you have to stop and think about them normally which you can do that while reading the book because they are placed apart and not every line..but in the movie, sometimes they appear line after line and no time to think and it's not fair and kind of missing the whole point and the essence of the book.


P.S. 
-Post neden ingilizce oldu?
-I have no idea!
:)


-Rob: What came first, the music or the misery? People worry about kids playing with guns, or watching violent videos, that some sort of culture of violence will take them over. Nobody worries about kids listening to thousands, literally thousands of songs about heartbreak, rejection, pain, misery and loss. Did I listen to pop music because I was miserable? Or was I miserable because I listened to pop music?

Saturday, November 6, 2010

midway


San Diego'da arkadas ziyareti durumu var. Arkadasin calisiyor ve gunduzun bos, gezilecek gorulecek yerleri daha onceki seferlerde tur bindirerek yapmissin zaten, eh ikinci dunya savasi ve bf1942 ilgi alanlarin icinde yer aliyor. Ustune bir cocuk icin disneyland tadinda sira sira ucaklari dizmisler gecmisten gunumuze, tarihe damgasini vuran bir gemi uzerinde. Gemiyi de San Diego deniz kenarina konumlandirmislar, yani gormemek kendime ihanetle es. Gecen dosyalari karistirirken buldum bunu yapmisim hemen sonrasinda. Bunun gibi o kadar cok video ve goruntu var ki cesitli mekan ve sehirlere ait, en azindan bunu paylasayim dedim sonrasinda zaman olursa digerlerini de degerlendiririz. 


Not1: Ciddi geyik var videolarda, tek olunca sikilmamak icin habire konusmusum mazur gorun :)
Not2: Bilgi seysi acisindan da Battle of Midway, WWII'nun Pacific kisminin en onemli savaslarindan biri. USS Midway ise hemen WWII'nun sonunda hizmete konan bir gemi savastan adini alarak ve Vietnam, Korfez Savasi gibi aktiv olarak gorev aldigi pek cok onemli savas var. Extra bilgi ilgilenen icin linklerde.

Thursday, October 28, 2010

cuf cuf part II


Yok yok Paul Cantelon ve illuminated uzerine tren soundtracki yok sanirim. Eh o da yol hikayesi. Endikasyonlari huzun ve naiflik. Kullanim dozu en fazla yarim saat ya da mor giymeye baslayip seansi bitirmek lazim. Bir ara yine soylemistim ama hele 70 lerle alinirsa extra naiflik bas gosteriyor, sonrasinda asla tartismalara girmeyin kesin kaybedersiniz 'ama ama ama' seklinde Dolmabahce'de elinde cicek sinifindan 30 adamla ayni kizi bekler gibi kalirsin.

Sent from Alessandro Del Piero's iPhone

Friday, October 15, 2010

seslerim



Yaklasik 5 ay olmus, iyi ara vermisim. Nedeni cok ama kafa utulemeye de gerek yok. Gerci niye actik blog istedigim gibi utulemek icin, istersem kat izi bile yaparim kafam atarsa! Yok yok olmadi bu kadar aradan sonra fazla gergin bir acilis yaptik hemen silkelenelim. Belki de canim ulkemin sinirlari icerisinde ilk kez yazisimdandir, alisik degilim ona veriyorum ve birazdan sozu de baskasina verecegim zaten. Gecenlerde Aylin Aslim twitterda bahsetmisti Atilla Atalay'dan, hakikaten de okumasi inanilmaz keyifli bir yazardir ve sirf Sidika icin bile her turlu ovguyu hakeder ki bu kadar zeki yapilan bir mizahtan sonra diger yazilarini okuyunca daha da bir sasirir hayran kalirsin. Lafi uzatmadan sanirim 10 hatta 15 sene once almistim yukaridaki kitabi ve Sidika serisinden sonra gelen oykulerden bir tanesi var ki her 2-3 senede bir tekrar okur hatirlarim. Usenmeyip oturup yazmistim zamaninda, simdi de kendi hazirima konup copy-paste yapiyorum sadece..


Gözlerini gözlerime dikmiş... Kaçırıyorum , yine buluyor... ‘’Sen, sen bana dokunuyorsun’’ dedi... ‘’Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun, ama anlatılmaz güzellikte bir şey.’’

Tanrım, bişey olsa... Aygaz kamyonu filan geçse... Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa... Bu romantik ortamın içine etse... Ne oldu bu kıza , neler söylüyor...

‘’İyi ki varsın... İyi ki... Neye benziyo biliyor musun ? Eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı.. O boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben... Hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki... İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.’’

İşi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olucak... Bu havada hayatta dolu yağmaz... Aygaz kamyonu filan geçiceği de yok... Kız resmen yerli film replikleri atıyor... Hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım acır... Yerli film... Evet... Yerli film... Ordan sıçmalı muhabbete... En Ayhan Işık sesimi kullanarak, hınzır bi ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim... Misilleme olarak Yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım...

‘’Bırak bu lafları, kaç para istiyosun onu söyle... Onbin, yirmibin?..’’

Esprime güldü... Güzeel... Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım... Gülmesi bitince, ‘’Bu da senin numaran’’ dedi... ‘’Zırhın delinsin istemiyorsun... Hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun... Aslında , sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki... Böyle bir numaraya gerek yok... Koyver gitsin kendini.’’ Gözlerime anne anne bakıyor... ‘’Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan’’ dedim, Ayhan Işık sesimle...

Dedim, ama mümkün değil... Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı...

Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum... Sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun... Hatta bi ara ayağa kalkıp ‘’Ayy-gaaz’’ diye bile bağırdım...

Sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına asla izin vermedim... Yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım... Erkeklik gururuma, değmesindi yağlıboya...

‘’Korkucak bişey yok’’ dedi... ‘’Ben sana ne yapabilirim ki?’’

‘’Çok şey’’ dedim... ‘’Çok şey’’ derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, Figüran Osman ve Erdal İnönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez ‘’Çok şey’’ demeye çalıştım... Ama üçünde de kendi sesim çıktı...

Sonra... Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu... Ben onu hiç aramadım... Bir gün aklıma fena düştü,aradım... Aslında aramadım... Telefon açtım.

O, ‘’Alo... alo’’ dedi, ben sustum... Aniden, ‘’Susarken bile Ayhan Işık taklidi yapıyorsun’’ dedi... Anlamıştı... Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı...

‘’Ne fena diil mi? ‘’ diye sürdürdü... ‘’İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır... Sevilince de ödü patlar...’’ Sustum... ‘’Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi.... Artık arama olur mu?’’ dedi. ‘’Ve sakın üzülme... O öyle nalet bi zırh ki ; sen bile içerden delemezsin.’’

Yine sessizlik... Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi... ‘’Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun... Boşver... Ne diyorlardı... Gençsin, unutursun.’’

Genç miyim, unutur muyum?.. Telefonu kapadım... Sokağın köşesinden, yırtınarak bir Aygaz kamyonu geçip gitti...


Sidika / Opucuk Baligi Fabriga - Atilla Atalay

Friday, May 21, 2010

vitaminler avuc avuc, siren sesleri her yerde


Sabah 6, jfk 17°. Gunun ilerleyen saatlerinde 28°,arti nem, esittir 30 yas ve ustu!
Ilk karsilayan kisi ingilizcesi sayilarla sinirli meksikali shuttle abi. "Yu forti sevinth", yes abi forti sevinth..(el isaretiyle atla bakalim arabaya seklinde tekrar bir "Yu forti sevinth". Pardon sayilarin disinda bir de yu varmis, abi ben ettim sen etme shuttle abi. Bu arada forty sevinth da cadde yanlis birsey gelmesin akliniza! :)
Bu dakikadan itibaren her firsatta Istanbul'a gondermeler baslar. Sabahin 6:30'unda bizi karsilayan inanilmaz bir trafik, fakat o da ne?! Meksikali shuttle abi -ki hikayenin geri kalaninda kendisine Juan Carlos de la Roya Oscar Sanchez diyelim, tamam tamam sadece Oscar- megersem Taksim-Yesilkoy veya karsida oturanlar icin Taksim-Bostanci hattindaki Osman abinin daha beta asamasindaki versiyonu, yani gunluk amator binici aradaki farki anlamaz o derece. Oscar kardesim her trafik kilitlendigi anda ki yaklasik 3 dakikaya denk bir yan yola yardirarak, ani serit degisimleriyle, el kol hareket kombinasyonlariyla, agirlik merkezi, savurma gibi pek de onemsiz konulari kafasina takmayarak shuttledaki diger sehirlerden gelen amerikalilarda ayni saniyede korku, panik, nefret, hayranlik, saskinlik gibi duygulari yasattigi sirada ben sadece siritiyordum :) On koltukta oturan musterinin rahatini bozacak sekilde konumlanmis bir futbol topu, cep telefonuyla diger arkadaslariyla yaptigi lokal sakalar, komiklikler, yan yana gelip hiz sabitlemeler hostu gercekten Istanbul'a alistirma turlari acisindan. Sonrasinda gorulen Queens Boulevard tabelasiyla eskilere gittik "Are you kiddin..I am Queens Boulevard." Entourage cilar ne dedigimi anlar, gerisi icin 'in the tabele' den oteye gitmez zorlamayin.
30 saat suren uykusuzluk ve ucak yolculugundan sonra bir de Kanada konsolosluguna gittim esyalari otele attiktan sonra. Giderken de hep aklima Robin(HIMYM) geldi nedense :) Hayir NY daki en unlu Kanadali oldugundan degil ama en tatli oldugundan herhalde. Yurtdisinda international olmak bazen hakikaten sinir bozuyor. Ya mutlaka bir izinin suresi bitiyor, ya vizen doluyor, ya update etmen lazim, surekli terorist olmadigini veya tursu kurmayacagini ispatlaman gerekiyor. Tabi ki bunlar resmi isler ve ozellikle vizeydi, oturumdu bu durumlarda ortaya cikiyor gunluk hayata etkisi yok ama olsun. Adamlarda 87 cesit vize var yahu, tamam ben bu sayida suyun cikardim isin ama onlarda benden asagi kalmiyorlar suyunu cikarmakta. Canim memleketim oyle mi ama, ne diyor havaalaninda bile 'Turk Vatandaslari' bir yanda 'Avrupa Birligi ve diger ulke vatandaslari' diger yanda..budur iste bu kadar basit iki tane iste :D Hayir sonra sana bana kalifiye insana bazen sorun cikartip gidip ingilizce bilmeyen herhangi bir vasfi olmayan adama green card! Nedir, diversity esit agirlikli olsun sadece fen-matematik almayalim. Yoksa yabancilar ya asian ya hispanic olacak, yerse!
Sonrasinda az dizlerimiz gevsesin hele delikanli seklinde oturdugum bryant parkta ilk 6 saat icin yaptigim degerlendirme su.. Ben New York'u sevdim! Tekrar dikkat cekiyorum 6 saatlik bir degerlendirme bu, bu dilimde gorulen ve hissedilenler uzerine kurulu ama yine de belirtmeye engel degil. La de yasamis olmama ragmen san diego ve san franciscoyu sevmemin bir nedeni vardi. Burasi daha farkli, Istanbul'a benzetmem de surdan geliyor hakikaten bir yerde okumustum daha once ama yine Istanbul icin ne kadar dogruysa burasi da insanlarin 'love to hate' ve 'hate to love' sehirlerinden ama yine de birakamadiklarindan. 6 Saatte bunlari nasil anladin ulen bizim mesaimiz ondan uzun demeyin, his bu iste yada neydi eskilerden hissi kablel vuku ;) 10 gun sonra yine oturup konusalim burda (veya baska bir yer de olabilir aslinda;) bakalim neler ne yonde degisecek.

Not: Bunu hakikaten 6 saat sonra yazdim indikten ama ancak simdi yolluyorum bak nerdeyse 2 gun olacak, bu arada neler oldu neler uuuu! Zaten pazar Lost bitecek ben baslicam! ;) Bir de Lost demisken, buradaki taksilerin fis kesme sesi direk smoke monster yok boyle birsey her duydugumda guluyorum :)

Tuesday, May 11, 2010

cuf


photo by osvaldozoom

Bu kadar mi sevilir trenle seyahat etmek! Senede 1 bilemedin 2 kere firsatim belki oluyor, cogu zaman daha seyrek hatta. Her turlu varyasyonuna varim.. ister kulaginda en yol sarkilari, ister elinde sayfalari cevirirken, ya da sadece kafanda dusunceler gecmis-gelecekle ilgili mcflycilik oynuyorsun. Hepsine eslik eden birsey var ki penceredeki slideshow.. bazen saniyede level atlayan dunyalar. Gidecegim yerin de hic onemi yok bu arada, cok aptal bir sebeple fatura odemeye bile gidiyor olabilirim bir yere (hic de trenle fatura odemeye gitmisligim yok ya misal iste), yada sebep bile olmayabilir..ayni lisede sirf vapur-bogaz ugruna yaptigimiz kadikoy-besiktas seferleri gibi. Muhim olan o yol iste, sirf o trende gecen zaman dilimi. Ah firsat da ayagima geldi al da at pozisyonu, en klise sekliyle 'hayat da oyle degil mi ama' ya baglayabilirim bunu :) Tamam dogru, kesinlikle katiliyorum ama birseyin herkes tarafindan bu kadar fazla soylenmesi biraz sinir bozucu, daha dogrusu bunun hayatin anlamini verir sekilde yapilmasi. En entellektuel sekilde dergi, kitap veya benzeri platformlarda sanki kendi kesfetmis gibi bunu aktarmak. Tamam kabul ediyorum klise dusmani bir yapim var her ne kadar kullanmayi da cok sevsem de cesitli amaclar ugruna.. dillere pelesenk -bu lafi da cok severim cocuklugumdan beri arjantinli bale oyuncusu adi gibi, muazzam bilgim vardir arjantin bale camiasiyla ilgili :)- olan pek cok tabir hizla gozumden dusmeye adaydir. Pelesenk diyince yine cocuklugumun en guzel kelime obeklerinden, daha dogrusu ozel isim kendisi Nubar Terziyan amcacim var. Her 6 ayda bir unuturdum ismini, sonra bir saat ugrasir, hatirlayinca da deli gibi sevinirdim..cocukluk iste. Bir de Clementine vardi oyle, "ya hani balonda boyle ucuyoo" seklinde hatirlatma calismalari ve nihayet mutlu son. Hah bir de Gremlins'in muzigi vardi boyle periyodik unutup hatirladigim, di ni ni din di din di ni ni din di din din di din di ni ni ni rin nin :P Bunlari hatirlayip sevindigimiz anlara naif bile diyemiyorum, kelime yok, tarifi yok. Simdi nelerden mutlu olunamadigini gorup o zamanki tatmine ozeniyor insan. Goruldugu uzere trenle baslayip iyi acilmisim, ozune donersek konunun, super bisiy busiy diyerek yasasin tren yolculuklari hey nidasi ve ilkokul coskusuyla mektubumu bitiriyor ve pencereyle olan beraberligimize kaldigimiz yerden devam ediyoruz!

Thursday, May 6, 2010

uc nokta



sana boyle uzakken seni bir daha sevdim
yanina gelebilsem bir daha donmezdim

in other words...

Thursday, April 8, 2010

cinquantamila lacrime


Italyanca baslayan hafta ayni sekilde hatta daha muhtesem devam ediyor..
Izleyin ya da asagida dinleyin.
Babelfish kesmedi, sozleri cevirene istedigi sehirde aksam yemegi..!

Nina Zilli feat. Giuliano Palma - 50 Mila

Tuesday, April 6, 2010

sanirim delirium


Gecenlerde (dedigime bakmayin sanirim bi 4-5 ayi var) basimdan gecen birbirinden ilginc ve onemli, uzerinde durup dusunulmesi ve analiz edilmesi gereken olaylar serisinden sadece biri...
Hani bazi anlar vardir, delirme ibareleri olarak adlandirir ve hah dersiniz tamam oluyorum ben ki cakirkeyif arkadaslar kendileri icin diger bir anlamda kullanirlar zira konumuzla alakasi yoktur. Gerci hali hazirda deli olan yazar icin boyle bir ibare arkada kalmis yon tabelasi tadinda birseydir, hani coktan gectik artik yolumuza bakalim semra hanim koy ordan bir kaset de nesemizi bulalim durumu :) Neyse yine de o ibarelerden birine pek bir guldum olay sonrasi (deli iste). Bizim burda cekirgeler vardi epeyi bir ara sirketin yanindaki yesillik alanda ve ben de arada cikip hava aliyorum, rahatliyorum falan.. o gun yine cekirgenin biri zipladi, zipladi onumde durdu.. yanastim cekirgeye dedim "bak bir ziplarsin, iki ziplarsin sonra ucuncude.." derken cekirgeyle ciddi ciddi konustugumu farketmemle koptum zaten dedim napiyorsun sen diye! Her kotu veya luzumsuz espri veya aninin kurtaricisi "ama orda olup yasamak laaazim..gerceaktennn" ile bagliyim durumu ;) ya da uzerime gelmeyun beni delu etmeyun demis olayim ve anlayan anlamis olsun.

Son Dakika Hava Durumu | Gecen Sali 18° gunesli - Carsamba 0° ve karli - Bugun 8° acikti 1 saat oncesine kadar su an 0° ve bembeyaz - Cuma 16° olacakmis! Demek ki Istanbul'un havasi degil sadece dengesiz olan..

Monday, April 5, 2010

ma si vene stasera


Foto Paris'ten, sarki Italya'dan, ben Amerika'da, siz Turkiye'de..
Sozlere hic bakmadim, herhalde ilk defa... ama kendi sozlerini yazmak daha keyifli, sadece Avrupa'da herhangi bir sehirde dolasirken hayal etmek yeterli ha bir de yagmur lazim. Benim aklimda var bir kac sehir, artik herkes kendi sehrini secer..

alessio - ma si vene stasera

Sunday, March 28, 2010

devrim


Turkiye'den uzak olmanin olumsuz yanlarindan biri bazi gundemi veya detaylari zamaninda yakalayamamak, ya da farkinda olunsa da tecrube edememek. Zamaninda duyup ilgilensem de izleyip tanik olmak 1.5 sene sonrasina denk geldi, 16. kalite ve 25 parcadan olusan kabus videolara tamah etmedigimiz icin orjinalini almayi bekledik.. pardon almayi dusunurken hediye geldi pek dusunceli sinemasever birinden :). Esine az rastlanir bir kadro, duygularin yuzeye cok yakin olarak hep o ince cizgide ilerledigi, hayal kirikliklariyla dolu bir basari hikayesi ve bunlarin da otesinde ben bu filmi gordum, goruyorum ve gormeye de devam edecegim dedirten bir Turkiye gercegi. Hele ki yurtdisinda bir de muhendis olarak izlerken, farkli seyler dusundurup hirslandiran bir yolculuk. Selcuk Yontem'in oynadigi Latif'in filmdeki biri en klise ama dogru iki repligi herseyi anlatmaya yetiyor. "Turkiye'de hicbir basari cezasiz kalmaz" ve "Adi Devrim olan bir arabanin sokaklarda gezmesine izin vermezlerdi zaten."
'Devrim' 2002'den itibaren Eskisehir'de sergileniyor, hala calisir durumda ve ntvmsnbc'nin 2004'teki haberine gore 2 yilda sadece 40 kisi ziyaret etmis! Film sonrasi bu rakamin 10000'i astigini okudum, umarim Turkiye'ye geldigimde bu sayiyi bir arttiririm ya da bazilarinizi da kandirip daha fazla.
Son olarak Recep Ivedik'e bayilan Turk gencligi ne olur bu filmi izlemeyin olur mu!

Monday, March 22, 2010

ynwa



San Diego, aksam ustu.. bir dunya irish pubtan herhangi birinde tanisilan bir grup. Iclerinden biriyle basliyor muhabbet tabi ki konunun donup dolasip geldigi yer futbol. Arsenalli ciktilar, heleki Istanbul, Fenerbahce, Chelsea galibiyeti 2-1 lik, anti-gs :) kankayiz yani oyle boyle degil. Tabi ki Liverpool askimizi ortaya koyunca tekrar bir gozden gecirdik kankaligi ama yine keyifli gecen bir sohbet, en azindan ozlemisim de 5 dakikadan uzun suren bir futbol muhabbetini (amerikan kardesler no offense:). Iki hafta sonra bu kez evde tv karsisindayiz, birazdan Liverpool-Portsmouth maci basliyacak ve uzun zamandir Liverpool'u izlememisim, uzun zamandir 90 dakika mac izlememisim, uzun zamandir futbol(soccer) :) maci izlememisim... eh net bir pozisyon degerlendirdim tabi.
4-1 biten mac, sonuc degil, sonuc...cok ozlemisim! Zamanin fowler, owen, mcmanaman, ince, redknapp li kadrosu, KOP hala aklimdan silinmis degil. Isin CM kismina ise hic girmiyorum. Sonralari yine takipteydim belki kimi zaman uzaktan da olsa, sonra bir kopukluk ve Olimpiyat stadindaki o muhtesem final, you'll never walk alone'u her ne kadar Anfield deki gibi olmasa da orada oyle bir gecede dinlemek... tarifsiz. Sonra yine koca bir ara, is-guc, hayat derken.
Avrupa'ya donmenin kafami kurcaladigi su gunlerde bu bir isaret mi yoksa? :) Hayir deliyim simdi Liverpool'a yerlesirim sirf bu yuzden aman diyip konuyu gecistirmem lazim ki her haftasonu Anfield fikri ve Beatles'in sehri muthis cekiciligini korusa da (kaldi ki yeni stadi acilacak sanirim bu sene) ve ayrica sezon biletleri icin yillardir bekleyen bir waitlistleri var adamlarin.
Bu gecen hafta klavyeye aldigim bir yaziydi. Bundan sonra Lille'i de yendiler ve az once Manu'ya yenildiler ve aslinda ciddi kotu gecen bir sezon ama hicbiri onemli degil, zira bu skorlara dayali hatta futbola dayali bir yazi degil kanimca ki burada futbol, siyaset, politika vb. konulardan ozellikle kaciniyorum yoksa surekli soyleyecek birseyler var o konuda. Burayi nispeten daha kisisel tutmaya calisiyorum.

Cok fazla gevelemisiz, aslinda ana fikir kisa ve net...seviyorum ulen..! ve artik herkesin bildigi o sozler...

When you walk through a storm hold your head up high,

And don't be afraid of the dark.
At the end of a storm is a golden sky
And the sweet silver song of a lark.

Walk on through the wind,
Walk on through the rain,
Tho' your dreams be tossed and blown.
Walk on, walk on with hope in your heart
And you'll never walk alone,
You'll never walk alone!

Friday, March 12, 2010

the pacific


Begins on Sunday, March 14

Monday, March 8, 2010

bin yildiz



Yillar gecse de ustunden bu kalp seni unutur mu demiyorum, aylaaar gecse de yillaaar gecse de bir omur boyle surse de ben seni unutamam da demiyorum, ya da yillar sonra yillar sonra yillar sonra yine eskisi gibi de demiyorum..
Demeye calistigim.. sanirim 14 sene gecmis uzerinden bu sarkinin, 15 sene ise sibelalas'in hayatima girmesinden. Biraz da hakli sekilde abartarak belki de sezenden sonraki kusaktan en onemli sahislardan bir tanesi benim icin.
95,96 ve 98 de cikarttigi uc albumdeki buyulu sibelalas dunyasi ve icinde kaybolmak, melankoli yeniden ve tebessum herseye ragmen.. Bunu soylerken adam ve birkac tane klip sarkisindan bahsetmiyorum, onlari herkes biliyor esas sakli cennet digerleri.. cicek, aglama, bende hukum sur.. neyse hepsini saymaya baslamadan duralim.
Hazir Oscar'a dakikalar kala sinema dunyasindan bir ornekle durumu ortaya koyalim. Ilk nereden cikti, fiziksel benzerligin de etkisi var mi bilmiyorum ama sibelalas herzaman Turk Popunun Winona Ryder'i benim icin. Winona nasil herzaman Winonaysa, son zamanlarda ortaliklarda fazla gozukmese de, adi zamaninda tatsiz olaylara da karissa bir tane Winona Ryder var (hastasi olan pek sevdigim bir kardesime sevgilerle). Hayir Johnny Depp'ten de iyi bilecek degilsiniz herhalde, biz de birsey biliyoruz da konusuyoruz! :) O zaman Johnny kardesimin de zamaninda vucuduna kazidigini ben bu sefer dovme yaptirmadan 'sibelalas forever' diyorum!

yuregim gayret hadi gel yine sen sabret yeni evler var elbet...

Saturday, February 27, 2010

Yine mi cicek? | SD


Sent from Steve Job's iPhone

Thursday, February 25, 2010

Soon... Charging | SD


Sent from Steve Job's iPhone